siddet

İnsan dürtüsel bir varlıktır. Saldırganlık dürtülerini varlığının bir parçası olarak barındıran insan, kendisine ya da etrafa dolaylı ve doğrudan zarar vermeye eğilimlidir. Şiddetin varlığını ortadan kaldırmaktan ziyade etrafa ve kendimize yönelttiğimiz saldırgan dürtüleri nasıl kanalize ettiğimiz nasıl baş edebildiğimiz ve zararsızca nasıl ehlileştirebileceğimiz önemlidir.

Şiddeti tamamıyla ortadan kaldırma arzumuz ütopik bir uğraş olup asıl önemli olanın bunu nasıl ve ne şekilde etkisizleştirebileceğimiz ve ehlileştirebileceğimiz nihayetinde zararsız bir şekilde akıtabileceğimiz önemlidir. Toplumsal düzen, o toplumda yaşayanların bilinç düzeyleri ve tutumları, eğitim, kültürel faktörler, şiddetin tanımlanışı, toplum içinde şiddetin yasallaştırlıp, yasallaştırılmadığı, hukuki önlemler, sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları gibi multi-disipliner bir yaklaşım gerektiren şiddet olaylarını önleme tedbirleri bu disiplinlerden bir tanesinin bile eksik olması çözümü geciktirir ya da köklü çözüme ulaşmamızı engeller.

Bizler psikoterapi uyguladığımız danışanlarımızda bildiğimiz ve gördüğümüz şey, onları sadece bilgilendirmenin saldırganlık, öfke ve kendi içsel çatışmalarının çözümünde yetersiz kalmaktadır. Bilgi bilmekten öteye götürmez ama bilgi ile bazı davranışların kökeninin fark edilmesi belitleri ortadan kaldırır ve kişi kendisini fark etmiş nalmış olur ve zarar vermekten vaz geçer.

Herkesin öfkesinin, saldırganlığının düzeyi, yoğunluğu, nesnesi -ortak özellikler barındırsa da- farklıdır.

Bu yüzden kadına yönelik şiddette, aile içi şiddette, şiddeti uygulayanın ve şiddete maruz kalanın bireysel psikolojik destek alması önemlidir.

Çünkü saldırganlık dürtüsel olup, çoğu zaman kişilerin engel olamadığı yapmak istemese de kontrol edemediği durumlardır.

İlk olarak etkili yaslarla şiddetin etrafını daraltmak, bireyi kontrol altına almak gerekir. Bu arada yasalar uygulanabilir, uygulanan ve uygulanması konusunda istikrarlı ve kararlı olunması gerekir.

Caydırıcılığı olmayan, yaptırım içermeyen yasalar sadece uygulanır ama etkisiz kalır ve hukuku ve toplumu çaresiz bırakır. Yasaları uygulayanlarında bunu neden uygulamaları gerektiğini , bu uygulamalara neden ihtiyaç duyulduğunu , gerçek anlamda uygulanmadığı takdirde başta bireyler ve bütünü oluşturan toplumda nasıl hasar bırakacağı konusunda bilinçlenmeleri şarttır. Yani 'şiddet görenlerlerle '' empati'' içinde olmak çözümü kolaylaştırır.

Yasayı çıkartan, uygulayan, uygulatanların şiddetle ilgili tutumları nedir?

Şiddetin önlenmesi onlar için gerçekten gerekli midir? Kadının varlığı , kutsallığı, önemi onlar için var mıdır?

Acaba gerçekten birisini yaralamak, zarar vermek onlar için önlenmesi gereken bir durum mudur? Yoksa şiddet onlar içinde '' cennetten çıkma'' bir olgu mudur?

Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, bio, psiko, sosyal-kültürel devrim ve evrimle gerçekleşecek bir durumdur.

Şiddet uygulayanı dışlamak, bunu neden yaptığını anlamasını sağlamadan sadece ''uzak durması'' gerektiğini söylemekle çok radikal olmayan önlemler şiddet uygulayanın öfkesini arttırmaktan ve onu daha çok saldırganlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Yani geçici ve tahrik edici bir çözümdür. Özelikle ülkemizin doğu bölgelerinde kadının gördüğü değerin niteliğini hepimiz bilmekteyiz. Buradaki kadınlar devletin varlığını ve kendi haklarını koruyan bir merciinin olmadığı hissi ile yaşamaktadırlar. Ve bunun sonucu boyun eğmekten başka çareleri kalmamaktadır.

Bizler '' kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı '' eksik etmeyeceksin diyen bir kültürün parçasıyız. Aynı zamanda da ''cennet annelerin ayakları altında'' diyerek yaşayan bir milletiz yani bu konuda kafası karışık vicdan ile kültür, dürtüselllik ile vicdan arasında sıkışıp kalmış ve bu sıkışıklığı ise eyleme dökerek kurtulmaya çalışan bir toplumuz. Bireysel, ruhsal, toplumsal gelişimde olgunlaşmakta zorlanan ve kendisini ifade etmek yerine şiddetin kolaylığına sığınan bir toplumuz. Tekrar söylüyorum ki, şiddet uygulayanı '' salt kötü '' ilan etmek çözümü tıkayan bir durumdur. Tabi ki şiddet uygulayana karşı herkes olumsuz duygular içine girer. Fakat bizler her şiddet uygulayanın geçmişte ''mağdur'' olma durumu ile ilgilenmeyiz ya da ilgilenmek istemeyiz. Bizlerde kendi dürtüselliğimiz içinde hareket ederiz. Bireysel tedavi gerektiren bu durumlarda kanunları uygulayanların sadece cezalandırmak yerine psikolojik destek, psikiyatrik tedaviyi olmazsa olmaz olarak görmek zorundadırlar. Çözüme bireylerden başlama ve bunu topluma geneline yaymak hayati önem taşır. Bireyler çatışmalarını çözümledikçe şiddetten vazgeçer ve bunun yıkıcılığının farkına varır. Avrupa ve Amerika bireysel psikoterapiler, öfke kontrol programları grup terapileri ve diğer psikolojik teknikler çok eskiden beri kullanılmaktadır.

  1. ŞİDDET GÖSTERENİ ''KÖTÜ' ilan etmek ve bu kişilerin psikolojik destek ve psikiyatrik müdahaleden uzak kalmaları.
  2. Bunun mutidisipliner bir durum olduğunu kabul etmek.
  3. Toplumda şiddetin yeniden tanımlanması ve şiddeti önleme tedbirlerine şiddet uygulayanlardan bire bir başlamak.
  4. Yüzeysel çözümler zaman sadece zaman değil insan kaybettirir. Sadece seminer düzenlemeyi kalıcı çözümmüş gibi inanmak.
  5. Yasayı uygulayan, uygulatanların şiddetle ilgili tutumlarını anlamak ve mağdur olanları anlamaları konusunda '' empati^ yeteneklerini geliştirmelerini sağlamak.
  6. Yasalar uygulanabilir, yaptırımı olan, istikrarlı ve kararlı olmalı.

Uzman Klinik Psikolog

Fatih SÖNMEZ