Mazoşizm, Acı, Şiddete Psikanalitik Yaklaşım
Travmatize olmuş bebek ve çocuklar saldırganlık, a...
Erik Erikson (1956) benlik kimliği kavramını ortaya atarak '' bireyin hem kendi içinde sürekli bir aynılık (kendilikte aynılık), hem de aynı biçimde dışsal sürekliliği yani insanlarla sürekli paylaşmayı'' ifade etmek için kullanmıştır. Temel anlamda bu şekilde tanımlamış olmasına karşılık kimliğin birçok çağrışımı olduğunu da vurgulamıştır. Bunlar arasında bireyselliğin bilinçli duyumu, kendine özgü karakterin sürekliliği için bilinçdışı bir çaba ve bir grubun ülküleri ile içsel birlik vardır.
Psikanalitik açıklamalarda ise kimliğin oluşumunu en erken dönem anne çocuk etkileşimlerinden kaynaklandığını ve kimlik oluşumu çekirdeğinde beden imgesi gelişiminin yer aldığı görüşünü desteklemektedir. Psikanalitik literatürde benlik, bedenle eşleştirilmiştir. Klinikte de kişilik bozukluklarında çarpık beden imgesi algılamaları, bulimia ve anoreksiyanın kişilik bozukluklarına eşlik ettiği ve bu patolojiye sahip kişilerin yoğun beden uğraşlarının olduğu görülmektedir. Kimlik oluşumu anne ile ortak yaşamsal dönemde başlar ve ayrılma-bireyleşme süreci geliştikçe hız kazanır. Kimlik kendine münhasır olmak, bireyi diğerlerinden ayıran ve bir özgünlük katandır. Kimlik yapısal temelli ilkel içselleştirmelerden oluşur, kendini birincil nesnelerden ayrımlaşarak saflaşır, daha sonraki seçici özdeşimler ile güçlenir. Her iki cinsiyetten ebeveynle özdeşim aracılığıyla sağlamlaşması sürer ve bir aileye ait olma duygusunu, kuşaklararası sınırları ve zamansallığı edinir, ergenlikte de aşağı yukarı son şeklini alır.
Kimlik benlik sınırlarını da belirler ya da benlik sınırları kimliği, benlik sınırlarının oluşması ile de aidiyet, mensubiyet duygusu gelişir. Kimlik oluşumunda gerçekleşen aksamalar bireyin benliğinin boylamsal ve enlemsel salınımına (elastikiyetten farklı) neden olur. Bu salınımla ötekilerde bu salınım içinde hareket eder yani yukarı çıkartılır aşağı indirilir, iyi ve kötü nesne olarak tanımlanır bölmeye maruz kalır. Bu salınım tamamlanmamış olmakla da açıklanabilir. Çünkü bir bireyin emosyanlarının sınırları vardır ve emosyonlar aşağı yukarı belli sınırlar içinde yaşanır. Taban taban zıt uçlara kaymaz.
İyi yapılanmış kimlik;
Dikkat edilirse iyi yapılanmış kimlikte vurgu süreklilik, istikrar, kendine tahammül edebilme , bir gruba mensubiyet ve bir aile kavramının gelişmesi ana temadır.
En ön plana çıkan unsur ise süreklilik ve istikrardır. Kişilik bozukluklarının hangi türüne bakarsak bakalım hepsinde ortak olan ya nesne sabitliğinin gelişmemesi, ilişkilerde yüzeysellik, duygulanımsal regülasyonunun sağlanamaması, afektif dalgalanma, boşluğa ve yalnızlığa tahammül edememe, farklı toplumsal ortamlarda bazen taban tabana zıtlık ya da farklı davranışlar sergileme görülmektedir.
Kişilik, dürtüselliği ile dışsal gerçeklik arasında uzlaşma sağlayabilmek için kullandığı benlikle uyumlu ,sürekli ve oldukça kestirilebilir önlemler toplamıdır. Kişilik terimi mizaç ve karakter kavramlarını kapsar.
Mizaç, kişinin genetik olarak olarak aktarılan duygulanımsal, bilişsel ve motor becerilerini ,zayıflıklarını ve kendine özgü özelliklerini içerir. Değişime uyum sağlamak, saldırganlık düzeyi, beslenme kalıpları, engellemeye verilen duygusal yanıtlar gibi etmenleri içerir
Karakter, çocukluk döneminde bakım veren kişilerle gelişimsel yaşantılardan edinilen, benlikle uyumlu ve mantıkla açıklanabilen düşünme, arzulama, düşlem kurma ve davranış biçimleridir. Hırslı olma, kıskançlık, haset, üzüntü duyabilme yetisi, cömertlik, erdem, etnik bağlılık gibi etmenleri içerir.
Mizaç ve karakteri kapsayan kişilik, doğal olarak psikosomatik bir varlıktır. Sonuç olarak kişilik bozukluklarında yapısal ve kalıtsal etmenleri göz ardı etmek söz konusu olamaz.
Yapısal ve kalıtsal katkılar çeşitli biçim ve düzeylerde etkili olmaktadır. Kişiliğin en önemli ''temel çekirdeği'', bebeğin doğuştan getirdiği yetilerle annenin çocuğun kimliğinin oluşmasında uyarıcı rolünün bileşimdir.
Çocuğun mizacının çevreyle sürekli etkileşim halinde olmasıdır. Çevrenin donanımları ve beklentileri çocuğun içsel yetileri ile uyumlu olduğunda ''iyi bir uyum'' oluşur ve sağlıklı bir gelişime yol açar. İyi uyumdan kasıt çocuğun hiç bir çatışma yaşamaması anlamına gelmez.
İyi uyum diye tanımladığımız süreçte tam tersi bir durum yani dışsal olanla içsel olanın dengelenememesi ise uyumsuz ve bozuk kişiliğin tohumlarının atılması anlamına gelmektedir.
İkisi de farklı kavramlardır. Sınır kişilik bozukluğu
Kimlik dağılması ilk olarak 1950 yılında Erikson tarafından tanımlanmış mahler, kernberg ve diğer çalışmacılar tarafından işlenmiştir.
Kimlik dağılmasına dair bazı özellikler içerisinde,
1.Çelişen karakter özellikleri; kimlik dağılması olan bireyler belirgin biçimde uyumsuz bazı kişilik özelikleri gösterirler: yumuşak yüreklilik ve kayıtsızlık, saflık ve güvensizlik, açgözlülük yada aşırı fedakarlık, utangaçlık ve teşhircilik, çekingenlik ve kibir, vb. Bütünleşmemiş kendilik algısı, insanlara yönelik algıların yeterli bütünleştirilmemiş olmasıyla bağlantılıdır. Empati için gerekli bu özellikten yoksun olduklarından, kimlik dağılması olan bireyler başkalarını anlayabilmek için onların o anki davranışlarına aşırı odaklanmak zorundadırlar.
2.Zamansal kopukluk:
Bu kişiler için geçmiş şimdiki ve gelecek zaman arasındaki akıcılık ve süreklilik gelişmemiştir. Bu zamansal kopukluk kişinin kendisini, kişinin kendisini gelecekteki rollere koyma becerisindeki yetersizlik, geçmişindeki, kişilere ve yerlere bağlılığındaki bir kayıtsızlık ve mesleki dalgalanmalar söz konusudur. Bu bireylerin bir ilişkiyi sürdürme , gelecekle ilgili bir plan yapma yada bir işte başarılı olma gibi kavramsal yani zamansal kopukluklar olduğu için iş ve ilişkide de istikrasızlıkları söz konusu olup sıkı sık iş ve eş ya da ilişki değiştirirler.
3.İçtenlik yoksunluğu:
Kimlik dağılmasına, başkalarının davranışlarına , ifade ve düşüncelerine , yaşam tarzlarına uymaya yatkınlık gösterirler. Bir nevi takipçiliğe varan bu eğilim iç dünyada bütünleştirilememiş erken dönem içselleştirilmelerinden kaynaklanmaktadır. Yani erken dönemde nesne ilişkilerindeki içselleştirilme ve onları özümseme ve özdeşim noktalarında meydana gelen duraksama onların hayata dair kendilerine özgün bir şema geliştirmelerine engel olur ve bu yüzden ötekilerin kişilikleri geçici bir şekilde ödünç alınır ama bu bireylerde içselleştirme konusundaki beceri yoksunluğu bu ödünç alınanların içselleştirilmelerine engel olup tekrar başka birinin kişilik özellik ve davranışlarını almasına ve onu da terk etmesine neden olur. Yani kişi bu konuda da istikrarsız ve stabiliteden uzaktır. Sürekli davranışsal ve düşünsel bir değişim yaşanır. Çünkü içselleştirme ve içselleştirdiklerini bütünleştirme söz konusu değildir.
4- Derin beden imgesi bozuklukları
Kimlik dağılması olan kişiler gerçekçi bir beden imgesinden yoksundur. Boy, kilo ten ses vb özellikler konusunda yanlış değerlendirmeler yaparlar. Özelikle sınır kişiliğin katılığı, narsisitiğin ısıya duyarlılığı, şizoid kişilerin motor sakarlığı bu bozuk psikosomatik ortaklığın bir kaçıdır.
5.Boşluk duyguları:
Klinikte sınır kişilik özellikleri gösteren ve diğer kişilik bozukluklarında en çok duyabileceğimiz ifade boşluk hissidir.
Özellikle kişi yalnız kaldığında belirginleşen içsel bir boşluk duygusuna yol açar. Boşluk duygusu özlem ve düşlemin olmayışı ile belirlidir. Çoğu kişi bu duyguyu savuşturmak için hep etkin kalır ve durmaksızın ilişki kurar ve bu yüzden kurulan ilişkiler ilişki ihtiyacından çok boşluk hissine maruz kalmamak için bir savunmadır. Bu yüzden kurulan bu etkinlik içinde kurulan ilişkiler yüzeyseldir. Bu etkinlik içerisinde sürekli plan yapma, alkol kullanımı, madde alımı, seks söz konusudur. Rastgele cinsel ilişki kurma, gecelik ilişkiler, bulimia ...
Vaka örneği
Geçmişte anoreksik ataklar yaşayan ve daha sonra bulima şikeyetleri ile başvuran bir hastanın ifadesinde '' uyumaya hasretim evde sadece uyumak için bulunuyorum ve haftanın her günü iş çıkışı bir planım var adeta çalışmak bu sosyal gibi görünen faaliyetlerin arasında. İTİRAF EDİYORUM Kİ O İNSANLARI GÖRMEK İSTEDİĞİM İÇİN DEĞİL SADECE EVDE YALNIZ KALMAMAK, İÇİN BU PLANLARI YAPIYORUM.''.
6.Cinsiyetinden hoşnutsuzluk:
Kimlik dağılması olan bireylerde çok zayıf bir toplumsal cinsiyet kimliği vardır. Çözümlenmiş biseksüalite ve heteroseksüaliteye dair güçlükler söz konusudur. Karşı cinse karşı tipik davranışlar da sergilerler herhangi bir cinsiyete sahip olmadıklarına dair bir duyum izlenim yaratarak bir nevi ruhsal hadım durumu sergilerler.(burada bir homoseksüaliteden ya da biseksialiteden söz etmiyorum).
Homoseksüel girişimleri arzudan ziyade denemek ve kendini test etmek içindir. Karşı cinsle ilişkilerinde de kiminle ne şekilde yaptıkları yaşadıklarından ziyade cinsel haz yerine bir eylemsellik söz konusudur.
7.Aşırı etnik ve ahlaki tutarsızlık:
Bu kişilerin etnik kimliklerinde de belirsizlik gözlenir. Tarih, kuşaklararası süreklilik, kültürel normlar, bir gruba bağlılık, yaşam tarzı çocuk yetiştirme tutumlarına ilişkin duyumları tuhaf ve yetersizdir.(Diğer davranışlarında olduğu gibi). Hastanede çalıştığım sırlarda 15 yaşında alkol kötüye kullanımı olan ve extreme yaşayan bir ergenin babası ;ben tayland da gidiyorum biletimi iptal edemem size emanet ben maddi olarak ne gerekirse yapacağım. Bu arada yatan ergenin kendine zarar verme davranışları, alkol kötüye kullanımı, kismı madde kullanımı ve bunları sağlaması için limtisiz kredi kartı vardı. Hastanede yatışı esnasında da annesi hiç ziyaretine gelmemişti.
Bazen de vicdan duygularında abartılı bir serbestlik ve şaşırtıcı zıtlıklar söz konusudur.
Kimlik dağılımı tüm kişilik bozukluklarında söz konusudur. Ancak belirtileri ve şiddeti hastadan hastaya değişir ve her özellik her tip hastada görülmeyebilir.
-benliğin ana savunma düzeneği olan bastırma yerine bölme (splitting) nin egemenliği ve duraklamış bir ayrılma -bireyleşme süreci (ve sonucunda kendilik ve nesne sürekliliğinde eksiklik) ve yoğun pregenital saldırganlık içerir.
Sınır kişilik örgütlenmesinde iç dünyası bütünleşmemiş, kismi nesne imgesi söz konusu olup ayrı ayrı benlik parçaları şeklindedir.Yani hem bir bütünlük yoktur hem de olgunlaşmamış ve olgunlaşması tamamlanmamış bir benlik şeklinde tanımlanabilir .Yani bir şeyler oluşmaya başlarken tamamlanmamış yarım kalmış bir yapı söz konusudur. Bir duraksama söz konusudur. Bu yüzden de psikoterapide duraksamış olanı anlamak ve olgunlaştırmak daha mümkündür. İşin içine bozukluktaki gibi alkol madde ya kısmen ya da hiç bulaşmamıştır. Yani bozukluk bozuk olanı tamir etmek, örgütlenme ise yarım kalanı mümkün olduğunca (uyumsallık anlamında) gelişimini tamamlanmasını sağlamaktır. Kendiliğin aşırı olumsuz ve olumlu taraflarında gidip gelirler. Melek ve şeytan tanımlamaları gibi. Yas tutabilme, üzülebilme kapasiteleri zayıftır. Daha çok acting out söz konusu olup duygulanımların şiddetine bağlı olarak zihin kısa devre yapmakta ve eylem dönüştürmektedir. Kernberg ün tanımladığı sınır kişilik örgütlenmesi ayrı bir tanı olarak yer almamaktadır. Sınır örgtülenme bütün ağır kişilik bozukluklarının ruhsal altyapısı olarak görülmektedir. Bu yüzden ağır kişilik bozuklukları her ne kadar tanısal sınıflandırmaları olsa da ya da her biri ayrı bir tanı sınıfı gibi görülse de aralarında geçişler olmakta yani bir sınır yapıyı narsistik organizasyona ait özellikleri içerebilir ya da bir sınır bozukluk paranoid özellikler taşıyabilir. Örgütlenme daha ileride ki dönemde diğer ağır kişilik bozukluklarına dönüşebilir ya da o semptomları daha çok içerebilir.
Sınır kişilik örgütlenmesi, aynı zamanda narsisistik,paranoid,şizoid,antisosyal ve hipomanik kişilik bozuklularının ve belirli.alkolizm, madde kötüye kullanımı ve cinsel sapkınlık olgularının altyapısında yer alır. Yani sınır kişilik örgütlenmesi bir zemin, kişilik bozuklukları ise bu zemin üzerine inşa edilmiş yapılardır.
Kimlik krizi, ergenlik döneminde görülen, döneme özgü ve kestirilebilir kuşkuların yeniden canlanışı, davranışlarda gerileme ve kimliğin yeniden örgütlenmesinin yoğunlaşmış biçimine işaret eder. Bu gelişimsel dönem, kendine özgü dürtü kabarmasıyla gerilemeyi besler. Ergenler bu dönemin özelliklerinin gereği bu kimliğin organize olması sürecinde özerklik ve uzaklık-yakınlık mücadelesi veriler.(Ödipal çatışamadan kaçarlar). Ergen kendiliğin biçimlenmesi ve geçmişteki ilkel nesne ilişkileriyle bağlarını gevşetmeye başlar. Bir yanda üstbenlik biçiminde içselleştirilmiş eski ebeveyn kuralarından kopma, diğer yandan akranlarının değerlerine güçlü bir güven vardır. Akran ilişkileri bağlamında yapılan deneme özdeşimler ve özellikle rol denemeleri , yavaş yavaş benliğin özerkliğini genişletir ve daha dayanıklı olgun bir kendilik tasarımını sağlamlaştırır.
Yani ergenlik krizi doğal bir süreçtir eğer ergenin daha önceden getirdiği yapısal bozulmalar, kendilik ve nesne ilişkilerinde bir hasar yoksa bu kriz sağlıklı ve ergeni sağlıklı bir yetişkinlik sürecinde gerekli olnaktadır. Fakat eğer ergenlik dönemine kadar içselleştirilmiş nesnelerle ilişkilerde bir aksaklık , yetersizlik söz konusu ise bu örgütlenme esnasında bütün patoloji su yüzüne çıkmaktadır. Çoğu psikolojik ve psikiyatrik hastalıkların sahneye çıktığı bu dönemde adeta potansiyel bir patolojinin sızıntı yaptığı bir dönemdir. Özellikle kişilik bozukluklarının şekillendiği ve bu bozukluklara ilişkin belirtiler çoğu zaman bu dönemde rastlanır. Çünkü zaten geçmişteki çocuksu organizasyonun yetişkinliğe uyarlanmak üzere tekrar yapılandığı bu dönemde kendilik enstrümanları yeterince gelişmemiş ise kişi alabora olur ve bu re-organizasyonu yıkım şeklinde yaşar.
Kernberg normal şartlarda ergenlik dönemi kimlik krizinde , kimlik dağılmasından farklı olarak içsel nesne ilişkilerinde süreğen ve derin bir patolojinin olmadığını vurgulamıştır. Ergenler davranışsal ve kognitif karışıklık sırasında bile içtenliklerini sürdürmeyi ve insanları iyi ya da kötü şeklide ikiye bölerek değil hem iyi hem kötü olarak görmeyi başarabilirler. Yani benlik bütünlükleri yerindedir. Yüceltmeleri yoğundur fakat sıklıkla kahramanları hakkında şaşırtıcı bir bilgilenmeleri vardır. Kahramanlar gerçek nesne yatırımları için geçici duraklardır, gerçek nesnelerin yerini almazlar. Çatışmaları psikososyal roller, ana-balarıyla yakınlık uzaklık ve cinselliğin yapılanmasıyla ilişkilidir. Kendilerini yalnız hissetseler de acı verici boşluk duygularından söz etmezler ve yaşamazlar. Ergenler sıkılır ve bunu dile getirirler.
Kimlik dağılması ise ağır psikopatolojiye işaret eder. Kimlik dağılması gelişimsel açıdan, başarısız bir ayrılma-bireyleşme sürecinin (bozuk kendilik ve nesne sürekliliği ile sonuçlanır) Yani kimlik dağılması hazmedilememiş içselleştirilmiş nesnelerin ve çelişkili özdeşimlerin süren etkin varlığının yanında nesneye ilişkin çelişkili ve benlikte hoşnutsuzluk yaratan kendilik atıflarına yönelik savunma olarak bastırmanın yerine bölme nin sık kullanıldığının göstergesidir. Kimlik dağılması gösteren kişiler bütünlüklü bir kendilik algısı için dışsal nesnelere bağlılıkları fazladır, bu da öznel boşluk yaşantısına yatkınlığa neden olur. Sınır kişilik özelliklerinin bir özelliği de kolay bağımlı olmalıdır. Bağımlı olduğu nesneyi kaybetme endişeleri yaşar ve terk edilmeye karşı duyarlılığı çok fazladır. Sınır kişilik bozukluklarında bağımlı olunan kişiden ayrılma daha doğrusu terk edilme çoğu zaman suicidal girişimle sonuçlanabilir. Çünkü terk eden kişi terk edene karşı ona ötekiden çok kendi benlik bütünlüğünü tamamlayıcı olarak bakar ve böyle algılar öteki giderse ben yokum anlamına gelir. Sanki varoluşu, kendiliğin sürmesi ve devamlılığı sevgiliye bağlı olarak yaşantılanır.
Sekiz tip ayrı kişilik bozukluğu vardır:
Bu bozukluklar birçok açıdan birbirlerinden farklı olmalarına karşın klinik belirtileri, dinamikleri, ruhsal-yapısal örgütlenmeleri ve gelişim öyküleri açısından birçok benzerliğe sahiptiler.
Tanısal açıdan , bu bozukluklara sahip kişiler süreğen huzursuzluk, değişken duygular, dengesiz ilişkiler, gerçekçi olmayan ve birbirleriyle çelişen amaçlar, aşırı benmerkezcilik, eşduyum sorunları, gerçekliğin benmerkezci algılanması, yas tutma yetisinde bozukluk, sevememe, tasarımlandırma problemleri, cinsel sorunlar ve değişik düzeylerde ahlaki sorunlar sergilerler.
Kişilik bozukluklarında başlıca kullanılan savunma düzenekleri bölme(splitting), yadsıma(denial), ilkel ülküleştirme, yansıtmalı özdeşim(projective identification) kullanılmaktadırlar.
Ruhsal yapı açısından, bu düzeydeki bir karakter yapılanmasında ,çatışmadan uzak benlik alanı sınırlıdır. Yani nevrotik adacıklar çok azdır. Üstbenlik yeteri kadar içselleştirilememiş ve bütünleştirilememiştir, benlik ile üstbenlik sınırları bulanıktır ve en önemlisi de yeteri kadar bütünleşememiş kendilik algısı, kimlik dağılmasıyla sonuçlanmıştır.
Gelişimsel açıdan, yapısal yatkınlığın yanında çocukluk yaşantılarındaki örselenmelerindeki ayrıntılarda, zamanlamada, yoğunlukta ve bunların ruhsal olarak işlenmesinde farklılıklar olmasına karşın; bu durumlar büyük ölçüde ayrılma-bireyleşme sürecindeki başarısızlıklar olduğu yönünde çalışmalar vardır. Nesne sürekliliğinin olmayışı, ilişkilerdeki uzaklık ve yakınlığı dengeleme yetisindeki zayıflık, sürekli çocuksu tüm-güçlülük, yoğun bir saldırganlık ve sapkın ya da rastgele cinsel ilişkiler görülür.
Kişilik bozukluklarında ruhsal -toplumsal işlevsellikte ciddi bir aksama görülmektedir. Yani bu bireylerde kendilik algısı; insan ilşkileri; toplumsal uyum; ahlaki değerler, ölçütler ve ülküler; sevgi ve cinsellik ve de bilişsel tarz da aksamalar söz konusu ve bu alanlarda ciddi işlev kayıpları görülmektedir.
İlkel sözcüğü, benlik savunmalarında üç farklı bağlamda kullanılır.
Birincisi gelişimsel bağlamdır. Buna göre, bazı benlik savunmaları yaşamın erken evrelerinde kullanılırken, bazıları ise benlik örgütlenmesinin daha üst düzeyleri yapılanıncaya kadar görülmezler. Savunmaları bu zamansal sıralamasını ilk olarak Anna Freud(1936) da ileri sürülmüştür. Buna göre her savunma düzeneğinin öncelikle bazı özgül dürtülerin üstesinden gelebilmek için ruhsal yapı tarafından oluşturulmuştur.
Gelişim düzeyinde yadsıma, gerileme, benlik kısıtlaması ve kendine döndürme gibi savunmalar bastırma, akılcılaştırma ve yüceltmeden daha erken dönemlerde görülür. Yansıtma ve içselleştirmede gelişimsel basamaklarda daha geç görülür, çünkü işleyişleri benliğin dış dünyadan ayrımlaşmasına bağlıdır.
Erken dönem savunmalarına geri dönmeye yatkınlık yaşam boyu devam eder. Margaret Mahler de bu düzeneklerin çoğunu , özellikle de yaşamın ilk iki yılına özgü olan kendilik ve nesne tasarımlarının bölünmesini betimlemiştir. Bastırma bölmeden sonra temel savunma işlemi olarak öne çıkar.
İkinci bağlam ise güdülenme ile ilintilidir. İlkel ve olgun savunmaların kullanılması ruhsal tehlikenin türüne göre ayrılır. Ayrılma anksiyetesi ile baş edim daha çok; karşıt tepki kurma, rasyonalizasyon , döndürme ve yer değiştirme gibi savunmaları harekete geçirdiği görülmüştür.
Kendilik sürekliliğine yönelik tehdit ya da kimlik kaybı gibi benliğe yönelik ciddi tehlikeler, bölme , gerilemeyle sınırların yitirilmesi, içe-dışa yansıtma işlemleri yansıtmalı özdeşim ve bedenselleştirmeyi harekete geçirir.
Son olarak, ilkel benlik savunmaları ifadesinin tanısal bir anlamı da vardır. Alt düzey kişilik örgütlenmelerinde, daha üst düzey örgütlenmeleri olan(obsesif, benlikle uyumlu fobik ve şiddetli mazoşistik kişiler) farklı savunmaları kullandıkları ileri sürülmüştür. Bölme, yansıtmalı özdeşim, yadsıma, ilkel ülküleştirme, değersizleştirme ve tümgüçlülük söz konusudur. Kernberg e göre bu savunmaların kökeni birinci yaşın sonları ile ikinci yaşta olduğunu ve normal koşullar altında yerlerini giderek bastırmaya, yansıtma, reaction formation nun aldığı ileri sürülmüştür. Burada dikkat edilirse aslında kişilik bozuklukların savunmalarına bakıldığında nerdeyse bir çocuk düşünce sistemi ile çalıştığımızı söylemek yanlış olmaz.
Ağır kişilik bozukluklarının temel savunmalar;
Mahler , yeniden yaklaşma altdöneminde yeni yürümeye başlayan çocuğun tümgüçlüğünün yıkılmasına bir de annesinin duygusal olarak ulaşılabilir olmasının eşlik etmesiyle, anneye düşmanca bir bağımlılık yarattığı gözlenir. Sonuçta ortaya çıkan yoğun ikirciklik bölme savunmasına davetiye çıkarır. ‘’İyi’’ ve ‘’kötü’’ anne imgeleri ayrı tutulur ve saldırganlık kendiliğe yönlendirilir. Bu, strese olumsuz duygudurum dalgalanmaları ile yanıt verme alışkanlığının ve kendinde ve/ya da başkalarında bitmeyen bir kusursuzluk arayışının temelini oluşturur. Kernberg e göre bölme, çocuksu benliğin haz verici olan ve olmayan yaşantılarını sınıflandırmaya yarayan kaçınılmaz bir araç olarak başlar. Başta basit bir bütünleştirme bozukluğu olarak benliğin savunma amacıyla bölünmesi, daha sonra başka amaçlar için kullanılır ve bu özünde bölme düzeneğidir.
Bu bireylerinin bölme mekanizmasını kullanılmalarının diğer nedenleri:
1.Çatışmalı ve çelişkili durumları yaşayamama:
Bölme nesnelerin ‘’tümden iyi’’ ve ‘’tümden kötü’’ sınıflarına bölmesine ve sonuçta karma özelliklere sahip şeyler olarak görülememesine neden olur Bunu ülküleştirmeye ve değersizleştirmeye eğilim izler.
2.Özsaygıda gelgitler:
Dışarıya yansıtılan bu sınıflandırma çevresel işaretlerle de tetiklenerek kendilik tasarımı özsaygıda yoğun dalgalanmalara sebep olur. Kişi bu çelişkili ‘’tümden iyi’’ ve ‘’tümden kötü’’olma duygularını aynı inançla yaşar ve gerçekçi kendilik görüşüyle bütünleştirilemez.
3.Duyguların yoğunlaşması
Öldürücü öfke, öz yıkımı düşündüren keder, tapınıcı korku ve büyüklenmeci coşku gibi yoğun duygulanımlar hızlı döngüde yaşanır.
4.Karar verme yetisinde bozulma:
Nesneleri bütünlükleri içinde görememek ve yoğun duyguların varlığı, koşulları doğru olarak değerlendirmesinde ve başka davranış seçeneklerini ele almak için gereken bilişsel işlevleri engeller. Sonuç olarak karar verme yetileri bozulur ve kişi kendisini tehlikeye atacak kararlar vermeye başlar. Yani çatışmalı durumlara karşı alternatif geliştiremezler.
5.Benlikle uyumlu itkisellik:
Bölme düzeneği yineleyici ve benlikle uyumlu dürtü denetim kaybının (rastgele cinsel ilişki, kleptomani) da altında yatar.ve bu davranışları izleyecek suçluluk duygusunu azaltır davranışın önemi donuk bir biçimde yadsınır.
Daha üst düzey patolojilerde bölme her ne kadar kullanılsa da kişilik bozukluklarındaki kadar organize ve sık değildir.
Yansıtmalı özdeşim terimi psikanalist Melanie Klein tarafından 1946 yılında sunulmuştur. Klein bu savunmayı, erken bebeklik döneminde başlayan ve ilkel kendiliğin parçalarının bölünerek dışsal bir nesneye yansıtılması şeklinde tanımlanmıştır. Dış nesne daha sonra bölünen parça ile özdeşleştirilir., o parça tarafından ele geçirilir ve içsel olarak kontrol edilir. Bu savunmanın birçok işlevi vardır. Örneğin ayrılmaktan kaçınmak için bir dış nesne ile bütünleşme çabaları, kötülük görme endişesine neden olan içsel kötü nesnelerin kontrol edilmesi ve kendiliğin tehdit altındaki iyi yanlarının başkalarına yüklenerek korunması bulunur.
Kernberg e göre ise bu kavram; bu savunmayı kullanan kişi , katlanamadığı bir ruhsal yaşantıyı bir nesneye yansıtır, yansıttığı şeyle eş duyumu sürdürür, katlanamadığı yaşantıya karşı kendini savunmanın devam ı olarak nesneyi, kontrol etmeyi sürdürür ve nesne ile gerçek etkileşim halindeyken , bilinçdışı olarak, nesnenin ona yansıtılmış şeyi yaşamasına neden olur(Kernberg, 1992).
Yansıtmalı özdeşim, yansıtmadan farklıdır, yansıtma daha az ilkeldir, benlik sınırlarının bulanıklaşmasını içermez ve dış nesneyi kontrol etme gereksinimine daha az neden olur. Bu mekanizma ile kendilik tasarımı reddedilir, duygusal olarak yaşanan bir kişiye atfedilir ve bu kişinin kendisine yüklenen şeyi gerçek ilişkide de yaşayacak biçimde olması sağlanır. Bu kavram terapide , hastanın dissosiye edilmiş yönlerini terapiste yükleyerek sonra da terapistin bunları eyleme vurması için baskı yapan sınır kişilik hastalarındaki karşıt aktarım yorumlaması çok işe yaramaktadır. Örneğin istenmeyen ve saldırganlık içeren kendilik tasarımlarının (haset, açgözlülük, kötülük) reddedilmesi ve karşı tarafa yönlendirilmesi söz konusudur .Aynı zamanda daha doğrusu diğer uçtaki bu savunmanın içeriğinde Klein ın vurguladığı gibi tehlike anında kendiliğin iyi yönlerinin saklama amacıyla ötekine yüklenmesi düşüncesi de söz konusudur.
Yansıtmalı özdeşim bölme ile iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmış benlik yansıtmalı özedeşim ile hem iyi olan kötüden muhafaza edilmiş olur hem de kötü olan ötekine yansıtılmış ve onunla özdeşleştirilmiş olur. Yani benliğin iyi ve kötü olan bu iki kutbu dengede tutar.Kötü olandan uzaklaşılır ama benliğin dışında imiş gibi kontrol edilir iyi olanda yine kötü benlikten uzaklaştırılarak ötekine tabiri caiz ise temiz kalması üzerine emanet edilir. Çünkü kendi benliği bir çatışma alanı istila edilen ya da edilecek bir alan olarak görülür. Bu yüzden zaman zaman öteki ilkel idealizasyon denilen durum buna hiznet eder. Yani kendiliğin içindeki iyi olan iyi nesne iyi kendilik ötekine püskürtüler yani bir nevi öteki kulanılır. Zaman zamanda kötü benlik ötekine yansıtılarak kötü olan kendiliği karşı tarafa yükler. Özdeşimin nedeni sadece yansıtma aslında bir nevi sadece kötüyü ötekine teğerlenir. Ama yansıtmalı özdeşimde ise kötü olan ve iyi olan ötekine geçici dikilir. Yani o tehdit anında bu iyi ve kötü olan ikiye bölünmüş entegre edilememiş olan sağlam bir yere emanet edilmek zorundadır. Aslında bölme, yansıtmalı özdeşim ve diğer özelikle kişilik bozukluklarında sıkça kullanılan bu mekanizmaların hepsinin amacı benliği korumak, benliği yıkımına karşı önlem almaktır. Bütün mekanizmalar benliği yok oluşa , dağılmaya karşı korur bir nevi bütün çaba psikoza karşı önlemdir ve aynı zamanda da suicideye.
Bu konu ile ilgili özelikle sınır kişilik bozukluklarında çok görülen self mutilasyonların nedeni de benliği hem öz yıkıma karşı korumak hem de benliğin yok olmasını engellemektir. Aslında birey kendi ilkel ve gelişmemiş enstrümanlarıyla bir mücadele vermektedir. Fakat psikoterapide acting out ların fazlalığı terapistleri ürkütür , bıktırır ve gerçekten bu vakalara yaklaşmalarına imtina etmelerine neden olur.
Manik savunma terimi yine ilk olarak Melanie Klein tarafından 1935 yılında ortaya atılmıştır. Klein benliği depresif ve paranoid anksiyeteye karşı korumayı amaçlayan bir ruhsal süreçler kümesi olarak değerlendirir.
Manik savunmanın işlevi temelde benliğin ‘’sevgi nesnelerine korkutucu bağımlılığını ve içselleştirilmiş kötü nesnelerin tehdidine karşı ruhsal gerçekliği yadsımaya çalışır. Yani manik savunmanın içinde denial yani inkar vardır.
Manik savunmanın içerisinde tümgüçlülük, inkar ve ülküleştirme vardır.
Tümgüçlülük; nesnelere gerçek ilgi göstermeksizin onları kontrol etmek ve üzerlerinde egemenlik kurmak içindir. Yani altında ciddi bir endişe ve korku vardır.
Yadsıma; başkalarına bağımlı oluşa ilişkin farkındalığı silmeyi amaçlar. Benim kimseye ihtiyacım yok gibi. İhtiyaç ve bağımlı oluş kabul edilirse terk gerçekleşecektir.
Ülküleştirme(aşırı hayranlık, abartılı övgüler); dünya ve kendisi hakkındaki ‘’ tümüyle iyi’’ tasarımını inatla korur, bu da bireyi gerçek ya da düşlem düzleminde başkalarını incitmiş olduğunu suçluluk duygusuyla kavramaktan korur. Aslında manik savunma’’ ben suçlu değilim ben mükemmelim’’in ifadesidir.
Winnicott, manik savunmanın üzüntü ve yas tutma yaşantısına yönelik bir önlem olarak tanımlamıştır. Manik savunmada ilişki içsel dünyadaki gerginliği azaltmak için kullanılır.
Winicott a göre manik savunmanın dört öğesi vardır:
1.İçsel gerçekliğin yadsınması
Sıkılıkla içselleştirilmiş kötü nesnelerin reddedilmesini içerir ancak iyi içsel güçleri ve nesneleri de ruhsal sürgüne gönderebilir.
2.içsel gerçeklikten dışsal gerçekliğe kaçış
Sık hayal kurmayı içerir. Bu da düşlemleri içsel ve dışsal gerçeklik arasına bir ara basamak olarak koyar. Bu bir nevi çocuklarda gördüğümüz rüyada mı gördüm gerçek mi olgusuna denk gelebilir. İçsel gerçeklikten kaçınmak için cinsel ve /veya içsel bedensel duyumlar kötüye kullanılabilir. Cinselliği kullanan ‘’zorlantılı öz-doyumcu ruhsal gerginliğini, kendi bedeninde gerçekleştirdiği erotik etkinlikten ve zorlantılı eşcinsel ve heteroseksüel deneyimlerinden aldığı doyum ile ortadan kaldırır. İçsel bedensel duyumları kullanan hipokondriyak kişide düşlemleri yadsıyarak ruhsal gerginliğe dayanabilir ve onu katlanabilir hale getirir. Dışsal gerçekliğe kaçış mekanizması olarak en fazla kompülsif tarzda cinsellikte görürüz. Kişi burada içsel gerçeklikten kaçmak için dışsal olan cinselliğe yönelir. Uygunsuz ilişkiler, korunmasız cinsellik, gecelik ilişkiler yada sado mazoşistik cinsel ilişkiler buna yöneliktir. Fakat bu cinsel ilişkilerin hiç birisi yetişkin cinselliğine denk gelmez. Bunlar sadece içsel olanı susturmak için girişilen eylemlerdir.
3.Geçici olarak canlılığını yitirme
Kötü içsel nesnelerin tümgüçlü denetimi tüm gerçek iyi ilişkileri durdurur. Kişi içsel olarak ölü hisseder ve dünya durgun ve renksiz görünür. Kişi donuklaşır. Hissizleşir. Bu noktada kendine zarar verme eylemlerinin en önemli özelliği bu hissizliği ortadan kaldırmaktır. Kişi kendi vücudunda uyguladığı kesme davranışında kanın akmasıyla bir renk şoku yaşar ve bu renk şoku ile bir nevi kendisine gelir. Bu yüzden özellikle kendilerine keserek zarar veren bireylerin en sık söyledikleri rahatlıyorum ve kanı görmek hoşuma gidiyor söylemi buna denk gelir.
4.Depresif duyguların yadsınması.
Manik savunma depresif duygulanımın yadsınmasıdır.ve çare olarak karşıtlıkların yüceltilmesini (örneğin, boşluğa karşı doluluk, durgunluğa karşı devinim, yavaşlığa karşı hız, ağırlığa karşı hafiflik) içerir.
Manik üzülemeyen , üzülmekten korkan ve yas tutmayan bireylerin kullandığı bir defanstır. Rahatsız edici olayları şaşırtıcı bir şekilde kolaylıkla anlatır, sürekli meşgul olurlar, yalnız kalmaktan kaçınırlar, sürekli hareket halindedirler. Geniş ama yüzeysel bir arkadaş çevresi vardır ve duygulanımlarını abartılı yaşama ihtiyacı içindedirler. Bir çok narsisistik, hipomanik, histriyonik ve ‘’mış’’ gibi kişilikler bu tanımlamaya uyar.
Bu savunma dışsal nesneleri tümden iyi olarak görme eğilimidir. Kişi bunu dış nesnelerin kendisini kötü nesnelerden korumasından, kendi saldırganlığından ya da başka nesnelere yansıttığı saldırganlıktan zarar görmeyecek olmalarından emin olmak için yapar. İlkel ülküleştirme daha çok bir ilkel koruyucu düşlemin ifadesidir. Hayranlık duyulan nesne hakkında çok az bilgi ve hiç ya da çok merak içerir. Dinsel tarikat yandaşları, özelikle konu ile ilgili bilgi derinliği yoksa , ilkel ülküleştirme için başlıca örneklerdir.
Kendi kendini hipnotize etme, kendilik durumlarını unutarak tanınmamasını içerir. Çözülme düzeneği en çok çocuklukta istismara uğramış kişilerde görülür. Hafif unutkanlık ve dalgınlık nöbetlerinden , kaçma durumları ve çoğul kişilik bozukluğu gibi ağır kişilik değişikliklerine uzanan büyük bir çeşitlilik gösterir.
Temel özelliği abartılı özsevidir. Bu bozukluğu olan bireyler büyüklenme, yoğun hırs ve kendilerine hayran olunması için doymak bilmez bir arzu sergilerler. Kendilerine yönelik yoğun ilgileri, başkalarının gereksinimlerini fark edememelerine ve değerlendirememelerine neden olur. Yani eş duyumları nerdeyse yoktur. Sonuçta çevrelerine soğuk, eşduyumsuz, sömürgen ve insanlara ilgisiz biri olarak görünürler.
Narsissistik kişilerin büyüklenmeci bir kendilik kavramı vardır. Kendi kendilerine yetebildikleri izlenimi verirler ve zihinleri muhteşem başarılarla meşguldür. Aslında derinde son derece kırılgan, utangaç ve eleştiriye duyarlıdırlar. Hastalıklı özgüvensizlik ve aşağılık duyguları ile doludurlar. İnsan ilişkileri yoğun ancak sömürücüdür ve diğer kişilerden övgü almaya yoğun istekle güdülenmişlerdir. Grup etkinliklerine içtenlikle katılamazlar, aile yaşantılarında çocuklarına eşlerinden daha fazla değer veririler. Diğer kişilerin yaşamla anlamlı bağ kurması bu kişilerde yoğun haset uyandırır. Bu haseti diğer insanları küçümseyerek , küçük görerek saklamaya çalışırlar ve onun kimseye ihtiyacı olmadığına dair hem söylemleri hem de düşünceleri söz konusudur. Son derece alçakgönüllü tutumlarda bu hasedin gizleme metotlarından biridir. Yani aşırı tevazu gösterisi de narsisistik bir durumdur.
Narsisistik kişiler sürekli ve sıkı çalışma becerilerinden dolayı , genellikle mesleklerinde başarılıdırlar ve toplumsal uyum düzeyleri yüksektir. Ama dış görünüşle çok ilgilidirler ve işlerini aslında hayranlık elde etmek için yaparlar. (sahte yüceltme). İşlerine hevesli bağlılıkları, yüzeysek merak içeren tutumlarını, süreğen sıkkınlık ve içlerini kemiren amaçsızlıklarını maskeler.
Ahlaki değerleri, ölçüleri ve ülküleri, güncel yaşamda toplumsal ve politik olaylara göstermelik bir ilgi, abartılı bir alçakgönüllük ve sanki parayı önemsemiyormuş gibi bir tutum sergilerler. Aynı zamanda, genelde oldukça maddeci, kayırılmak için değerlerini değiştirmeye hazır, sık sık yalan söylemeye meyillidirler.
Benzer bir çelişki aşk ve cinsellik alanlarında da belirgindir. Narsissitik kişiler görünüşte çekici, baştan çıkarıcı ve evlilik dışı ilişkiler hatta rastgele ilişkilere yatkın kişilerdir. Oysa daha derinde cinsellikten fiziksek haz dışında çok az doyum alır, karşı cinsle derin ve sürekli yakın ilişkiler kuramazlar.
Bilişsel tarzları yüzeyde kararlı, bildiğinden şaşmayan ve aynı zamanda kıvrak bir zihinsel yapı izlenimi verirler. Aslında bilgileri başlıklarla sınırlıdır(başlık zekası) ve ayrıntıları unuturlar. Öğrenme yetileri ketlenmiştir çünkü öğrenmek kişinin bir konuyu bilmediğini kabullenmesini gerektirir ve narsisistik kişiler bunu kabul etmezler. Konuşkandırlar ama dili ve konuşmayı iletişim kurmak yerine öz saygılarını düzenlemek için kullanma eğilimindedirler.
Örnek; Narsisistik hastaların terapilerinde gözlemlediğim bir durum yaptığım bir yorumu ya da çıkarımı ben zaten bunu düşünmüştüm gibi bir eğilimleri vardır. Ben zaten bunu biliyordum bunu düşünmüştüm bunu kendimi analiz ederken çıkarımda bulunmuştum şeklinde ifadelerine rastlamaktayım.
Temel klinik özelliklerine baktığımızda;
Sınır kişilikli bireyler sürekli olarak bir uçtaki öldürücü hiddet ve öz yıkıcı umutsuzluk ile diğer uçtaki tapınma derecesinde hayranlık ve kendini beğenmiş yücelik arasında gider gelirler. Eyleme dökmeye yatkın, itkisel davranan ve kendine zarar verme eğilimli kişilerdir. En önemlisi kendiliklerini bir bütün olarak algılayamazlar.
Kendilik algıları tutarsızdır ve aslında kendilerindeki değersizlik duyguları ile çevresindekileri küçümseyen üstünlük duyguları arasında salınırlar. Çoğunlukla kendilerini arızalı ‘kötü’ ve mazlum hissederler.
İşte bu noktada narsisistik kişi kendisini arızalı olarak tanımlamaz ve hissetmemek için uğraşır arızalı ve kötü olarak tanımlamaz. Borderline ise bunu hisseder. Borderline kişi kendisini kötü mazlum ve arızalı hisseder. Ancak alçak gönüllülükleri yoktur ve tüm güçlülük, kibir, bildiğini okuma gibi özellikleri vardır. Belirsiz ve birbirleri ile çelişen yaşam hedefleri vardır, kırılgan bir cinsel kimlikleri ve dehşetli bir boşluk duygusuna yatkınlıkları vardır.
Bir borderlinedan en çok duyabileceğiniz şey boşluk hissi ve ne kadar yalnız olduğuna dair ifadelerdir.
İnsan ilişkileri yoğundur. İnsanlara yapışırlar ve oldukça bağımlı görünürler. Aynı zamanda diğer insanların ayrı bir birey olarak varlığını ve bağımsız hareket etmelerinin gerektiğini kavrayamazlar. Sonuçta ilişkileri gereksinim doyurmaya dayanır yani ihtiyaçları ön plandadır ve sömürmek ön plandadır. Sadece insanları ülküleştirmesi ve değersizleştirmesi uçları arasında değil onlarla yakınlık kurma ve uzaklaşma uçları arasında gidip gelirler. Yüzeysel olarak yeterli toplumsal uyum sergilerler, ancak yaşamlarına daha yakın bakılınca sıklıkla düzensiz bir eğitim ve veya iş yaşamları olduğu ve sıklıkla çok sık ilişki ve iş değiştirdikleri görünür.
Bir borderline ın en tipik özelliği ise yoğun suicide deneyimleridir. Ve bazı borderline hastaların ifadelerine göre ise intihar edip kurtulmak sanki yeniden doğmak gibi bir şeydir .Ve bugüne kadar yirminin üzerinde intihar teşebbüsüm oldu demişti.
Sınır bireyler aşk ve cinsellik alanlarında da çelişkiler sergilerler. Sık ve yoğun baştan çıkarma eylemlerine yatkındırlar ve çoğunlukla rastgele cinsel ilişki kurarlar. Aşkları çok kısa sürede sonlanır ve tek eşli ilişkilerde cinsel ilgilerini sürdürmezler. Cinsel sapkınlıklara eğilimleri ve karşı cinsle derin ve sürekli yakın ilişki kurma beceriksizlikleri vardır.
Örneğin; takip ettiğim vakaların birinde birey bu güne kadar birlikte olduğu kişi sayının 100 ün üzerinde olduğunu söylüyordu. Ve terapinin ilerleyen senelerinde aslında o kişilerin ayrı ayrı bir anlamı olmadığını sadece birisine ihtiyaç duymuş olduğunu ve o kişilerin ayrı ayrı hiçbir anlamı olmadığını söylemişti. Sadece birisi olsun o anda birisine ihtiyaç duymaktaydı. Ve terapi esnasında da ayda bir her geldiğinde hayatının aşkını bulduğunu söyleyerek birkaç hafta sonra kavga edip ve aslında ne kadar aşağılık bir insan olduğunu söyleyip ayrılıyordu Ve daha sonra o kişileri yedekliyor bir cinsellik olmasa da yakınlarında birilerinin olmasının kendisini iyi hissettirdiğini söylüyordu.
İlişki kurma konusunda aslında beceremediğini ve böyle bir yetinin sanki kendisinde olmadığını söylemeye başlamıştı.
Sınır kişiler ahlaki değerlere ve doğruluğa çok hevesli gibi görünürler ama kolayca çoğul standart sergilerler. Sıklıkla karizmatik konuşmacılara ve kapalı grup inançlarına yenik düşerler. Suçluluğu içten yaşayabilme yetileri zayıftır ve davranışlarına yönelik içsel engelleri utanç , korku ve paranoid düzeyde bir teşhir edilme korkusu temelinde örgütlenmiştir.
Bilişsel tarzları hızla pişman olup tersine çevrilen oldukça tehlikeli bir kararlılık gösterirler. Düzensizlik, terk ve belirsizlik durumlarında regrese olmaya ve birincil düşünce süreçlerini yaşamaya çok müsaittirler .Ancak bu eğilim iyi yönetilirse doğuştan gelen bir yetenek varsa ve kişinin mental kapasitesi iyi ise yaratıcılığa dönüşebilir. (resim, müzik, sanatsal ).Kontrol edilemediğinde kişinin kısa ve geçici psikotik atak geçirmesi söz konusu olabilir.
Afektif regülasyon söz konusu değildir. Hızlı depresif olabilme ve ardından hipomanik bir savunma takip edebilir. Afekt regülasyonunu sağlamada en önemli ilkel yöntemleri alkol ve madde kötüye kullanımı, kendilerine keserek zarar verme ya da gelişigüzel cinsel ilişkiler diyebiliriz.
Şizoid kişilik bozukluğunun temel klinik özelliği, endişe verecek kadar yoğun bir nesne ilişkisi gereksinimine karşı katı bir savunma olan, toplumsal ilişkilerden geri çekilmedir. Bu kişiler soğuk, uzak ve diğer insanlara karşı ilgisiz görünürler. Oysa iç dünyalarında insanlarla aşırı derecede ilgilidirler, ilişki ve yakınlık arzulamaktadırlar.
Yüzeyde kendilik algıları soğukkanlı, rekabetten uzak, uyumlu ve belirgin bir biçimde kendine yeterlidir. Sanki diğer insanlara ihtiyacı yokmuş ve kendilerine yetebiliyorlarmış gibi bir izlenim verirler. Donuk dış görünüşleri olmasına rağmen, daha derinde aslında oldukça duyarlı oldukları ve yoğun sevgi gereksinimleri olduğu gereceği yadsınamaz.
Şizoid bireylerin, diğer insanlarla son derece ilişkileri sınırlıdır. İçe kapanık, başkalarının duygularına duyarsız ve yakınlıktan korkan bir görünüm setgilerler. İnsanlardan kopuk görünen bu kişiliğin derinliğinde insanlara yönelik yoğun bir ilgi ve merak , ilişki kurma gereksinimi ve onlara ilişkin bir şey hissedememekten dolayı suçluluk duygusu vardır. Önemsedikleri kişilerden ayrıldıklarında kendilerini tamamen güvensiz ve kaybolmuş hissederler ama onlarla tekrar bir araya geldiklerinde yutulmaktan ve boğulmaktan korkarlar. Sonuçta, insan ilişkilerinde mesafe ayarları gizli bir salınım sergiler.
Toplumsal uyumları değişkendir. Genellikle tek başına yürütülebilecek meslekleri ve eğlence etkinliklerini yeğlerler. Ama özenle seçilmiş arkadaşlarının yanında oldukça canlı olabilirler. (Bleuler in deyişiyle ,’’ aynı inanca sahip kişiler arasındaki yayılmış otizm’’). Tembel görünürler fakat kendi seçtikleri ilgi alanlarına tutkuyla sarılma yetileri vardır. Şizoid kişiler özellikle kurumsal düzeyde oldukça yaratıcı ve özgün katkılar yapabilirler.
Aşk ve cinsellik alanında , görünüşte oldukça kısıtlı bir hayatları vardır. Karşı cinsle duygusal ilişkilere ilgisiz görünürler ve cinsel konulardan ve dedikodulardan hoşlanmazlar. Aslında sıklıkla gözetleyici ve pornografik ilgileri vardır.
Bilişsel tarzları, belirsizlik, dalgınlık ve beceriksiz ifade edişler ile kıvrak ve söylem arasındaki düzensiz değişimler ile kendini gösterir. Görünümlerinin tersine aslında iyi gözlemci ve çevreyle oldukça uyumludur. İç dünyalarında düşlemleri zengindir ve kendileri hakkında düşünme alışkanlıkları gelişmiştir. Bu nedeni ise aslında daha çok fantezi aleminde ve hayallerde beslenmeleridir. İç dünyalarında kurdukları hayallerde dışsal gerçeklikle olmayanları doyurmaya alışmışlardır. Şizoid kişilerin aile yapılarına baktığımızda ailede sessizlik ve derin bir iletişimsizlik hakimdir. Çoğu şizoid aileyi ve evlerini tanımlayışları derin bir sessizlik ve herkes kendi dünyasında şeklinde tanımlamaktadırlar.
Paranoid kişilik bozukluğunun temel özelliği, insanlara yönelik yaygın güvensizliktir. Aşırı kuşkucu, kendilerine adil davranılmadığı, düşmanca davranıldığı, baskıya maruz kaldıklarını ve kendilerine sürekli müdahale edildiğini düşünürler. Sürekli gergin ve sinirlidirler, böbürlenici, sabırsız ve inatçı davranışlar sergilerler. Sürekli yakınırlar, hak aralar ve sık kavga ederler.
Parnoid kişilerin gizli çekirdeklerindeki utangaçlık, korku ve değersizlik duygularına karşı oluşturdukları kendilik algıları kendine aşırı güvenli, ürkütücü, fazla biçimci ve büyüklenmecidir. Diğer insanlara tepeden bakarlar, onları hor görürler ve kolayca hiddetlenirler. Aslında, gizliden gizliye, insanlara yönelik saldırganlıklarından dolayı suçluluk duyguları ve kuşkuyla doludur.
İnsan ilişkilerinde güvensizlik, ilgisizlik ve duygusal uzaklık gözlenir. Mizah duyguları yoktur ve fiziksel yakınlıktan rahatsız olurlar. Kin tutma ve intikam peşinde koşma gibi alışkanlıkları vardır. Aynı zamanda çok saf ve kandırılabilir olabilirler, dedikodulara inanmaya yatkındırlar. Paranoid kişilik bozukluğu olan bir kişi insanlar arasında her ne kadar kuşku ile baksa da ortalamada güvenebilecekleri birilerini seçerler ve bu kişinin kendisini doğrulaması onaylaması doğrultusunda onunla aynı safta olduğunu düşünür çünkü birisine güvenmek zorundadır. Kandırıldıkları kişilerde bu ortalamada güven duymak istedikleri kişilerden gelir.
Toplumsal uyumları üretken ve çalışkan bir tutum ile belirlidir ve bu onları tek başına icra edilen , tehlikeli mesleklerde başarılı kılabilir. Bununla birlikte insan ilişkilerinde yineleyen sorunları vardır. İş arkadaşları azdır. Müzik ,şiir, edebiyat ve benzeri ‘’soft’’ şeylerden hoşlanma yetileri çok sınırlıdır.
Paranoid bireyler cinsellik ve aşk konularında da rahat değillerdir. Yüzeyde karşı cinsel ilişki kurmaya ilgisiz, cinsel ima ve dedikodulara karşı tepkili görünürler. Bu katı maskenin altında , erotomaniye yatkınlık, gizli eş cinsellik ve sadomazoşistik sapkınlıklara eğilim söz konusudur. İlişkisel anlamda da sadomazoşistik bir durum söz konusudur. Kıskançlıkları yoğun ve aldatılmak ve kandırılmakla kafaları sürekli meşguldür. İlişkilerinde aldatıldıklarına dair sürekli done toplamaya çalışırlar adeta karşı tarafın kendilerini doğrulaması için uğraşırlar.
Ahlak anlayışları, ölçü ve ülküleri bir yanda gerçeğe uygun, kurallara bağlı ve ahlaki duruş sergilerken, diğer yanda faydacı bir yalancılık, hilecilik ve örtük sosyopatik eğilimler görülür. Zekice yiğitliklere değer verirler ve ırksal dinsel bağımsızlıklara eğilimindedirler.
Bu kişilerin bilişsel tarzlarına bakıldığında, görünürde yasalara uyma eğilimi, keskin bir dikkat, zengin bir söylem, aşırı tetiktelik ve kılı kırk yaran bir algılama eğilimi vardır; genellikle dikkat çeken konuşma becerilerine sahiptirler. Oysa derinde, ‘’büyük resmi’’ kavrayamamaktadırlar. Önyargılarıyla çelişen ve kendi düşüncelerini doğrulamayan kanıtları çok kolay atlayabilme durumları vardır.
Kibirli, güvensiz, azimli, yalnız yapılan mesleklerde başarılı ,ahlakçı ve dış dünyaya karşı aşırı tetiktedirler.
Ancak derinde çekingen, kolay aldatılabilir, yozlaşma eğilimli, erotomanik ve sadomazoşisitik sapkınlıklara yatkınlıkları vardır.
İçten bir suçluluk duygusu yaşayamama ve buna eşlik eden insanlara karşı bir kayıtsızlık halidir. Antisosyal kişiliği olan bireyler baskın bir narsisistik yönelim sergilerler ve kendini adama gibi görünen parçacıkların altında bile bencil güdülenmeler gizlidir. Hoşnutsuzluğa karşı aşırı duyarlılıkları ‘ dünyaya karşı alaycı bir bakışları vardır.
Kendilik algıları ‘’mazlum’’ ve toplumsal kurallara uymama konusunda kendilerini ayrıcalıklı görürüler.
Çocuksu çaresizlik ve kendince şişirilmiş tüm güçlülük nöbetleri arasında gidip gelirler. Bir yandan ben merkezci ve teşhirci iken diğer yandan boşluk ve değersizlik duygularından dolayı acı çekerler.
Kişilerarası ilişkilerde yüzeysel cana yakınlıkları , ilişkileri koparma eğilimlerini gizlemektedirler. Kullanabilecekleri kişileri hızla kavrar ve onlarla çok hızlı yakınlık kurarlar. Aynı zamanda kimseye güvenmezler. Önceki kuşakları takdir etmezler ve saygı gösterme yetileri bozulmuştur.
Toplumsal uyumlarına bakıldığında, eğlenceli ve heyecan arayan , mesleki olanaklarla ilgilenmeyen ancak bazen aşırı hırslı ve dış görünüşüne fazla önem veren kişiler olarak görünürler. Yaşamaları uzun süreli değerlendirildiğinde, aslında zayıf bir eğitim öyküsü, çalkantılı iş öyküleri, takma isim kullanımı, kolay yoldan para kazanama arayışları ve gizli saklı yaşamlar görülür.
Antisosyal kişiler, aşk ve cinsellik alanında karşısındaki kişiyi kullanırlar, rastgele cinsel ilişki kuraralar, sevemezler ve sevgilerini ya da eşlerini kendi ilgi alanları, hakları ve değerleri olan ayrı bir kişi olarak göremezler. Ensest tabusunu gerçekten kavramakta ciddi güçlükleri vardır ve sapkınlıklara eğilimlidirler.
Ancak patolojileri en çok ahlak anlayışları, ölçüleri ve ülkülerinde kendini gösterir. Suçluluk duymakta önemli güçlükleri vardır, yasaları ve toplumal kuraları önemsemezler . Böyle ağır bir üstbenlik patolojisi sadece içe dönük üzüntü yetisinde azalmayı değil aynı zamanda yalancılığı, dolandırıcılığı, dışa dönük yoğun agresyonu , hırsızlığı ve cinayeti de içerir.
Bilişsel tarzları, sohbet sırasında sanatsal, edebi ve teknik sözcüklerin serpiştirildiği yüzeysel bir konuşma ile kendini gösterir. Aslında, bilgileri önemsiz şeylerle sınırlıdır.(göstermelik zeka) ve fikirleri özgünlükten yoksundur. Suça yönelik becerilerini çok çabuk öğrenmelerine karşın kendisinden beklenen sıradan şeyleri öğrenme de tuhaf bir beceriksizlik gösterirler.
Anti sosyal kişilik bozukluğu, aşırı büyüklenme, cana yakınlık, kararlılık, baştan çıkarıcılık ve kendini ifade etme becerisi ile belirlidir.
Şizotipal kişilik bozukluğu , göreceli olarak yeni bir tanısal sınıftır. Psikiyatrik tanı sistemine DSM- III ile girmiştir. Şizotipal terimi, şizofreni ve genotip sözcüklerinin karışımızdan oluşur. Böyle bir tanımlamanın iki kökeni vardır. Birincisi, şizofrenlerin psikotik olmayan akrabalarında davranışsal tuhaflıklar gözlemlenmesinden, ikincisi ise, kimi hastaların şizofreninin tüm belirtilerini göstermelerine karşın açıkça psikotik olmamaları gözleminden kaynak olmuştur.
Ambulatuvar şizofreni ; hafif düzeyde seyreden ve hastanın toplum içinde yaşamasını olanaklı kılan bir şizofreni tipi.
Rado, şizotipal kişilerde de şizofreninin altında yatan iki yapısal bozukluğun görüldüğünü öne sürmüştür. Haz verici yaşantıları bütünleştirmede yetersizlik ve bedensel kendiliğe ilişkin farkındalığın çarpık oluşu. Gözlenen belirtiler bu iki yapısal bozukluktan oluşmaktadır.
Temel olarak bu belirtiler
Toplumsal yalıtılmışlık, dostça ilişkiler kurmada yetersizlik, tuhaf bir iletişim tarzı ve kuşkuculuğun bu bozukluğun daha ayırt edici olduğu ve bilişsel-algısal bozukluğun o kadar ayırt edici olmadığı ya da o kadar çok göze çarpmadığı görülmüştür.
Daha sonra dsm ııı. de tanımlama tekrar değişmiştir ve buna göre; ilişkilerde yaygın bozulma ve düşünce biçimi, görünüş ve davranışlarda
ICD -9 1980 yılında süreğen hipomanik kişilik bozukluğu ayrı bir tanı kategorisi olarak incelenmiştir. Kernberg, volkan gibi psikanaliz alanında çalışan çağdaş Amerikalı bu araştırmacılar bu bozukluğu betimlemişlerdir. Hipomanik kişilik bozukluğu diğer ağır kişilik bozukluklarında olduğu gibi hipomanik kişilik bozukluğu olan bireyler de ruhsal-toplumsal işlevselliğin altı alanında açık ,özgül görünümler sergilerler.
Kendilik algısı alanında büyüklenmeci, kendinden emin, güçlü, sorunsuz , neşeli ve aşırı derecede iyimser görünürler. Ancak , aynı zamanda kendilerine ilişkin rahatsız edici kuşkuları vardır, yalnızlık ve üzüntülerinden dolayı derin güçlükler yaşarlar. İnsan ilişkileri diğerlerinin yüzeysel biçimde ülküleştirilmesi ve hızla yakınlık kurma ile karakterizedir. Ama diğer yandan ötekileri küçümseyerek kısa bir süre sonra da onlara karşı ilgilerini yitirirler. Bunun dışında bir ya da iki kişi yakın hatta bağımlılık ilişkisi içine girerler.
Toplumsal uyum anlamında kararlı, cesur, enerjik ve işine düşkün görünürler. Kendinden emin, girişimci tutumları onları liderlik rollerine iter, her işe karışma eğilimlerine bile katlanılır. Fazlaca risk alma eğilimleri de vardır ve toplumsal parasal konularda sorunlu karalar alabilirler.
Aşk ve cinsellik alanında davranışları flörtöz, cinsel dedikodulara düşkünlük, evlilik dışı ilişkiler ve rastgele cinsel ilişkiler sergilerler. Karşı cinsle ilişkilerde içtenlikle bağlanmazlar, karşısındakini eşiti olarak algılayamaz, duygusal ve duyumsal ilgilerini sürdüremezler.
Etik değerleri, ölçüleri ve ülküleri çelişkiler içerir. Görünürde, etik ve ahlaki konularda çok tutucudurlar , hem kendileri hem de insanlar için oldukça yüksek ülküleri savunurlar. Derinde ise etik kuralları göz ardı ederler.
Hipomanik kişilik bozukluğu olan bireylerin konuşmaları akıcı, anlaşılır, sözcük oyunları ile süslü ve yüzeyde aşırıdır. Basınçlı konuşurlar ve karşısındakine çok fazla konuşma hakkı tanımazlar. Bilgileri yüzeysel, gizli öğrenme güçlükleri söz konusudur.
Histriyonik kişilik bozukluğu histerik yapılanmadan farklıdır.Ve histerik patoloji DSM IV te yer almaz. Histerik yapılanmalar yoğun duygulanımlarına ve farkında olmadan baştan çıkarıcı olmalarına karşın sağlam bir kişiliğe sahiptirler yani kimlik dağılması yaşamazlar. Tutarlı, kendisi ile karşısındakini ve onun sınırlarına ayır edebilen , eş duyumlu ilişkiler yaşarlar. Baskın olarak bastırma merkezli savunma düzeneğini kullanırlar.
Hsitriyonik kişilik bozukluğunda ise kimlik dağılması, bastırma yerine bölmenin egemen olması, kendilerinin ve diğerlerinin çelişen yanlarını bütünleştirememe, belirgin üstbenlik kusurları ve özerk benlik işlevlerinde kısıtlılık görülür.
Histerik bireylerde daha çok nevrotik örgütlenme , histriyonik kişilik bozukluklarında ise daha çok sınır kişilik örgütlenmesi söz konusudur. Histerik bireyler sadece cinsellikle süslenmiş ve ülküleştirilmiş üçlü ilişkilerden etkilenirler.
Sınır kişiliklerin üçlü kurabilme problemleri vardır. Onlar henüz odipaliteye erişememişlerdir.
Histriyonik bireyler cinsel olarak daha az ketlenmişlerdir ve rastgele cinsel ilişkide bulunabilirler., ayrıca madde kötüye kullanımı ve bağımlılığa daha fazla yatkındırlar. Histerik kişilerin tutumları karşılarındakinin cinsiyetine göre belirgin farklılık gösterir ve kendi cinsiyetinden kişilerle daha fazla rekabet içine girerler. Histriyonik kişlerin kadın ev erkek ayrımı daha azdır ve genel olarak daha az rekabetçidirler.
Histerik bireyler parçalanmamış ve güçlü bağların olduğu aillerden gelirler. Histriyonik kişiler aile yapıları bozuk ve genelde annelerinden yeteri kadar bakım göremedikleri, ihmal edildikleri parçalanmış ailelerden gelirler.
Histerik bireylerin öykülerine bakıldığında genel anlamda eğitimleri ve mesleki yaşamları kesintisizdir ve uzun süreli ilişkiler kurabilirler.
Histriyonik bireylerin tam tersi düzensiz bir eğitim kesintili bir mesleki yaşam , arkadaşlıklarını sürdürmede başarısızdırlar.
Fakat bu iki kişilik yapısı da canlı, ilgi merkezli, konuşkan ve duygusaldır
İki yapıda da infantil özellikler görülmektedir.
Histriyonik kişiler görünürde uysal ve cana yakın, canlı ve dostça, toplumsal ve mesleki olanaklarla ilgili, açıkça ve aşırı baştan çıkarıcı, etik ve ahlaki konularla ilgili, bilişsel olarak hızlı ve kararlıdır.
Daha derinde ‘’değersizlik’ duyguları ile uğraşmaktadırlar. Oldukça bağımlı olmalarına karşın narsisistik bir biçimde çevrelerini yönlendirirler., yozlaşamaya yakındırlar , rastgele cinsel ilişkilere girebilirler., dürtüseldirler. Ayrıntılara dikkat etmezler.
Histriyonik kişilik bozukluğunun sınır bireylerden ayırt edilmesi gereken noktalar vardır. Histriyonik kişilerde borderline yapılar gibi simbiyotik, talepkar, çıkarcı, dürtüsel yozlaşmaya ve rastgele cinsel ilkiye ve alkol madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımına yatkındırlar. Ancak sınır bireylerin aksine, süreğen hiddet sergilemezler ve kendilerine zarar vermezler ya da sınır kişilik yapılarına göre azdır.
Sınır bireylere göre daha az sorun yaşarlar.
Bu konuda yapılan araştırmaların az olmasına rağmen, Etiyopya ve hindistanda ayaktan başvuran psikiyatri hastaların %1 ve %3 arasındadır. İngilterede bu oran %32 dir. Bu fark tanısal farklılık ve yardım arama biçimlerinin farklı olmasından kaynaklanabilir.
O kültürün yaygın çocuk yetiştirme biçimi, hem ruhsal çatışmaların nedeni hem de bunların benlikle uyumlu ifade edilişinin resmi kanalları olabilir. Çocuk yetiştirilirken duyguların özellikle öfkenin bastırılması , ifade edilmesi konusunda sözelleştirmeden uzak kalması önemli bir faktördür. Kendine zarar veren hastalar için bunu açıklama adına Armando favvazza bunu evde eylem gören eyleme baş vurur gibi bir açıklama yapmıştır. Duyguların bastırılması, bireyselleşmenin engellendiği durumlarda şizoid ya da miş gibi kişilik yapısına zemin hazırlar. Duyguların sınırsızca dışa vurulduğu, bireyleşmenin aşırı vurgulandığı ya da zemin hazırlandığı ailelerde narsisistik, sınır ve paranoid kişiliğin oluşuna katkı sağlar.Kişilik bozukluklarının belirtileri kültürel değer sistemlerinden etkilenebilir.
Örneğin narsissistik kişilik bozukluğuna doğu kültürlerinde her şeyden elini eteğini çekem durumunu (ahlaki narsisizmle ) yüceltilebilir.
Alkol, madde, perversiyon, pornografi ve ateşli silahların kuzey amerikada kolay elde edilmesi sınır, histriyonik ve antisosyal kişiliklerin dışa vurumların daha tehlikeli ve göze batıcıhale getirebilir. Daha az izin verici toplumlar da özellikle Japonya da sınır kişilik hastalarda , Amerikadakilere oranda daha az alkol ve madde bağımlılığı söz konusu olabilir.
Türkiye de ise bu oran ile %30 arasındadır.
Sınır kişilik ve narsisistik kişilik arasındaki temel benzerlik, savunma örgütlenmeleri alanındadır. Her ikisinde de bölme düzeneği belirgin bir biçimde kullanılır ve bu durum içsel dünyalarında birbirlerinden tümüyle ayrı duran ya da bölünmüş kendilik ve nesne tasarımlarının varlığında yansımasını bulur.
Böylece büyüklük, özel olma ve aşık olunabilirlilik duyguları ile eşit derecede inandırıcı yoğun değersizlik, içsel kötülük ve aşık olunmaya değmezlik duyguları bir arada bulunur. Bu bölme mekanizmaları ilkel ülküleştirme, yansıtmalı özdeşim, tüm güçlü denetim, değersizleştirme ve narsisistik geri çekilme desteklenmektedir.
Gelişimsel açıdan hem sınır hem de narsisistik bireyler, ayrılma-bireyleşme süreçlerini tamamlayamamış, nesne sürekliliği olmayan ve çarpık yeterince aşılamamış bir ödipal karmaşası olan bireylerdir.
Her iki grupta insan ilişkileri anlamında, sorunlar, süreğen huzursuzluk, aşırı benmerkezcilik, eşduyum yapamama, sevememe söz konusudur.
Ayrıldıkları noktalar ise; sınır kişilikte kendilik değeri yeterince bütünleşememiştir ve psikoz benzeri durumlara çözülme riski süreğendir .
Oysa ki narsisistik kişilerde kendilik gerçekçi olmayan bir biçimde şişirilmiş olmasına rağmen (büyüklenmeci kendilik) daha bütünlüklüdür ve gerileyerek parçalanama tehlikesi azdır. Benlik biraz daha bütün olarak algılandığı için de self mutilatif davranışlar pek görülmez oysa ki borderline de self mutilasyon tamamıyla dağılmaya ya da ölüme karşı benliği korumaya yöneliktir.
Sınır kişiliği olan birey, kendisini herkesten değersiz hisseder ama sıkça takındığı kibirli tutumuyla büyüklenme sergiler. Narsisistik kişiler ise görünüşte kendinden emin ve kibirlidir ancak özelinde utanç yüklü, aç ve güvensizdir.
Her iki kişiliğin gelişimsel zemini farklıdır.
Narsisistik kişiler çocukluklarında ebeveynleri tarafından soğuk, eş duyumdan uzak, hatta kindar ama her şeye karşı özel davranıldığı görülür.
Sınır kişilikli bireyler tam tersi, ebeveynlerden birinin ölümü ya da boşanma nedeniyle parçalanmış ailelerden gelirler. Çocukluklarında aşırı engelleme, onlara bakım verenlerden örseleyici kopmalar ve fiziksel ya da cinsel istismar nedeniyle acı çekmişlerdir.
Klinik deneyimler , hastaların sıklıkla birden çok ağır kişilik bozukluğuna ait bulguları bir arada sergilediğini ortaya koyar. Aslında bu beklene bir durumdur. Kişilik patolojilerinin çeşitli tiplerinin ortak gelişimsel zemini(örneğin,ayrılma, bireyleşme sürecinin kesintiye uğraması, nesne sürekliliğinin olmaması, bölme düzeneklerinin kullanımının devam etmesi ) gibi.
Örneğin narsisitik kişilik bozukluğu, paranoid, hipomanik ve antisosyal kişilik bozukluğu ile örtüşmektedir.
Narsisistik kişilik bozukluğunun paranoid kişilik gibi soğuk bir büyüklenmeci görüntüsü, kısıtlı bir duygulanımı, süreğen hasedi ve aşırı bir hak etme duygusu vardır.
Hipomanik kişilikte de büyüklenmecilik, güzel konuşma becerileri, sedüktif tutum, büyük projelerden hoşlanma, ahlaki estetik ve mesleki konulara düşkünlük.
Antisosyal özellikle örtüşen özellikle ise madde kötüye kullanımı, rastgele cinsellik, yalan söyleme, insanları kullanma bulunma gibi eğilimlerdir. Bu örtüşmeler önemlidir ama narsisistik kişiliği diğer üç kişilikten ayırt etmeği sağlamaya yetecek kadar farklılık vardır.
Aynı durum, diğer kişilik bozuklukları için de geçerlidir. Örneğin histiryonik kişilik bozukluğu ile şizotipal ve ve görüngüsel olarak örtüşen özellikleri bulunan sınır kişilik bozukluğunu alalım.
Histriyonik ve sınır kişilik bozukluğunun her ikisi de hızla regrese olabilir ve sınır tanımaz ilişkiler kurabilir sürekli ilgi gereksinimi vardır.
Şizotipal kişilik gibi büyüsel düşünceye yatkınlık, referans fikirleri ve iletişimsel tuhaflıkları sergiler.
Fakat yine de sınır kişiliğin bu diğer kişilik bozukluğundan ayırt etmemizi sağlayacak belirtiler söz konusudur.
Böyle durumlarda da karma kişilik bozukluğu tanısı konmaktadır.